Duvara karşı filmini yıllar sonra tekrar izlediğimde etkisinden çıkmakta oldukça zorlandım. Yaş aldıkça kavuşamama, ayrılık, hasret gibi finalleri olan filmlerin bıraktığı etki, kendi deneyimlerimden de olsa gerek, ağır gelmeye başladı. Bunun yanında karakterlerle kolay özdeşleşmemi sağlayan Fatih Akın ve yarım şişe Gentlemen Jack de cabası tabii. Öne çıkan temalardan aşk, göçmenlik, kültürel çatışmalar, aile, intihar, varoluş, toplumsal cinsiyet rolleri, kimlik vb. üzerine çok şey söylenebilir tabii ki ama ben son dönem ilgilendiğim küçük gruplar sosyolojisinden edindiğim izlenimlerle, filmdeki ana karakterlerin ortak noktası olan “intihar” ve “toplumsal-kültürel çatışma’’ temalarını Emile Durkheim’in “kolektif bilinç” ve “intihar” kavramları üzerinden, naçizane incelemeye karar verdim.

Duvara Karşı, Fatih Akın

Toplum bilinci, bireylerden oluşan küçük ve büyük grupların basit bir toplamı ya da sonucu değildir der Durkheim. Filmde Birol Ünel’in canlandırdığı Cahit karakterine de, Sibel Kekilli’nin canlandırdığı Sibel karakterine de yön veren toplumdur. Durkheim’a göre bir toplumdaki belirleyici unsur, ortak inanç, değer ve normların soyut bir bütünü olan kolektif bilinçtir. Kolektif bilinç her ne kadar bireysel bilinçlerde belirginleşse de, toplumsal niteliği bakımından onlardan farklıdır. Bu hâliyle bireysel bilinçler üzerinde sürekli bir baskı mekanizması oluşturur. Bu baskı mekanizmalarının somut toplumsal görünümleri ise, yaptırımlarla desteklenen toplumsal kurumlardır. Bireyler, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, ağırlıkla norm ve değerlerden veya onların bileşimlerinden oluşan bu toplumsal kurumlara göre davranışlarını belirlerler. Sibel ve Cahit’in kendi hayatına son vermek istemesi elbette ilk bakışta bireyseldir. Eğer bu olgunun toplum tarafından yönetildiği ortaya çıkarılmaz ise.

Filmde batı medeniyeti içinde yaşayan ama bu medeniyetle uzlaşmayan Sibel’in babası ve abisi kendi homojen kültürlerini devam ettirme çabasındadır ve Sibel’e yaptıkları baskı ve dayatma onu intihar noktasına sürüklemiştir. E. Durkheim, bu intihar türünü “altrustik intihar” olarak tarif eder. Altrustik intihar  bireyin içinde olduğu zümre tarafından çok fazla korunduğu toplumlarda görülür. Aşırı toplumsal bütünleşmişlik intiharı kolaylaştırır. Bu durumda bireyin yaşamı adetler, gelenekler ve alışkanlıklarla katı biçimde düzenlenmiştir.

Sibel’in, ailesiyle yaşadığı çatışmanın temelinde, ailesinin kendisi için uygun gördüğü toplumsal cinsiyet rolünü benimsememesi önemli rol oynar. Örneğin, Cahit’e, ağabeyinin kendisini erkek arkadaşıyla el ele gördüğü için şiddet uyguladığını üzgün ve öfkeli bir şekilde anlatır. Ailesi onun kesinlikle bir Türk erkekle evlenmesini ister, bunun için baskı yapar. Sibel’in ailesinin baskısına karşı koymak için bulduğu yol, kendisinden beklenenin tam tersini yaparak Alman erkeklerle gelişigüzel, genellikle tek gecelik beraberlikler yaşamaktır. Sibel’in Alman erkeklerle tanışabildiği tek yer barlardır. Müslüman göçmen bir ailenin kızı olarak izole yaşayan Sibel’in Cahit’le formalite evliliğinden sonra Alman toplumuyla bağ kurmak ve özgür hissetmek için bulduğu yol, tek gecelik ilişkilerdir. Bir başka deyişle bu tarz ilişkiler, Sibel’in kimlik arayışının bir parçasıdır.

Duvara Karşı, poster

İronik olan, tek gecelik ilişkilerinden olan Nico ile sorun yaşadığında Sibel’in çözümü, geleneksel bir Türk evliliği imajında aramasıdır. Tacize uğrayınca Sibel “Ben evli bir Türk kadınıyım, kocam seni öldürür” der ve sonunda, kasten olmasa da, Cahit Nico’yu öldürür.

Cahit, Türk göçmenler nezdinde makbul sayılan ve hegemonik olan erkeklik kurgularından oldukça uzaktır. Ailesi yoktur ve Alman eşini kaybettikten sonra hayatla ilişkisini alkol üzerinden kurmaktadır. Düzenli gelir getiren bir işi de yoktur. Cahit’in filmin başında aracını duvara doğru sürerek yaptığı intihar girişimini Durkheimci yaklaşımla “Egoistik İntihar” olarak tanımlamak yanlış olmaz. Egoistik intihar bireyin toplumsal çevresiyle bütünleşememesi, bağlı olduğu din, aile, politik zümre… tarafından korunmamış olması nedeniyle oluşur. Yani, bireyi kendi başının çaresine bakmak durumunda bırakan etkenler ne kadar çoğalırsa, intihar olayları da o ölçüde artar. Bu gibi durumlarda toplumsal bağlar gevşektir ve birey kendisini yalnız hissediyordur. Cahit’in filmin başındaki boş vermişliği, kurtuluşu hiçlikte arayışı, Sibel’e aşık olduktan sonra yerini kendi varoluşsal mücadele ve savaşa bırakır. Hapisten çıktıktan sonra mutluluğun peşinden koşup İstanbul’da Sibel’i bulsa da, filmin son sahnesinde otobüs penceresinden bakarken yaşadığı hayal kırıklığı ve hüsran bana Schopenhauer’un şu sözlerini hatırlattı:

“Hiçbir insan mutlu değildir ama maalesef aynı insan, bütün hayatını, varsayılan ama nadiren ulaşılan bir mutluluğun peşinde koşarak tüketir. Mutluluğa ulaşsa dahi bu mutlu an kısa sürede yerini hayal kırıklığına bırakacaktır”.

Bu yazı ilkin 11 Nisan 2023 tarihinde, yazarın kendi blogunda yayımlanmıştır.